top of page

Çatışma Analizine Neden Yeniden Bakmalıyız? Yerel Bilgiyle Derinleşen Bir Yaklaşım

Güncelleme tarihi: 20 May

Çatışma analizi, barış inşası ve kalkınma alanlarında uzun süredir kullanılan temel süreçlerden biri. Ancak bugün geldiğimiz noktada, çatışma analizinin yalnızca teknik bir araç seti olarak görülmesi yetersiz kalıyor. Özellikle sahada çalışan yerel ve uluslararası aktörlerin deneyimleri, bu analiz süreçlerinin yeniden düşünülmesi gerektiğini gösteriyor. 




 

Daha önceki yazılarımızda çatışma analizine dair bazı araçları ve bunların pratik kullanım alanlarını ele almıştık. Bu yazıda ise, çatışma analizini daha geniş bir çerçevede ele alıyor; onu bir yaklaşım, bir etik duruş ve bir öğrenme süreci olarak yeniden okumayı öneriyoruz.



1990’lı yılların sonunda, çatışma yaşayan toplumlarda art arda geliştirilen barış inşası ve kalkınma programları beklenen olumlu sonuçları her zaman doğurmadı. Aksine, bazı durumlarda bu müdahaleler toplumsal ayrışmaları derinleştirdi ya da şiddetin yeniden üretimine neden oldu. Bunun temel nedenlerinden biri, o dönemlerde müdahale odaklı yapılan çalışmaların/projelerin çatışma dinamiklerini yeterince dikkate almadan yapıldığı ve bu nedenle kimi zaman zarar verici sonuçlar doğurduğunun fark edilmesiydi. Bu farkındalık, çatışma analizi araçlarının yeniden ele alınmasına, farklı araçlar geliştirilmesine ve müdahaleler öncesinde sistematik bir analiz ihtiyacının altının çizilmesine yol açtı.


Bu deneyimlerden doğan "Do No Harm" (Zarar Vermeme) yaklaşımı, çatışma analizinin yalnızca bir planlama aracı değil, aynı zamanda olası zararları önlemenin etik bir gereği olduğunu ortaya koydu.

Bu süreçte barış ve kalkınma çalışanları, müdahalelerin yalnızca ihtiyaçlara değil, aynı zamanda mevcut çatışma dinamiklerine duyarlı olması gerektiğini vurgulamaya başladılar. Bir başka deyişle, çatışma analizinin amacı, yalnızca sorunların nerede olduğunu saptamak değil; aynı zamanda hangi tür müdahalelerin bu sorunları dönüştürebileceğini anlamak hâline geldi.

 

Ölçeği Değiştirelim: Devletlerden Topluluklara


Çatışma denince çoğu zaman akla devletler arası savaşlar, silahlı gruplar ve uluslararası müzakereler gelir. Verdiğimiz eğitimlerde de çatışmanın devletler arası savaşlar ve silahlı çatışmalar boyutuna dair sorular sıklıkla katılımcılar tarafından gündeme gelir. Oysa çatışma; bir belediyenin mahalle halkıyla ilişkilerinde, bir sosyal yardımın adaletsiz dağılımında ya da okul içindeki ayrımcılıkta da yaşanır. Bu tür yerel düzeyde yaşanan çatışmalar, barış inşası ve kalkınma süreçlerinin başarısını doğrudan etkileyen kritik unsurlardır.

 

Dolayısıyla analiz yaklaşımımızı da bu ölçeğe uygun şekilde yeniden düşünmemiz gerekiyor. Yalnızca "ne oldu?" sorusunu değil, "ne oluyor, neden oluyor, hangi dinamiklerden etkileniyor ve kimler/hangi gruplar için nasıl etkiler doğuruyor?" sorularını da belli bir süreklilikle, yani hem müdahale öncesinde hem de esnasında edindiğimiz yeni bilgilerle yineleyerek sormalıyız. Ve bu soruları, sadece kendi bilgisine fazlasıyla güvenen(!) bir uzman bakışıyla değil, içeriden gelen yerel bilgiyle birlikte şekillendirmeliyiz. Başka bir ifade ile, analiz yaklaşımımızı yeniden düşünürken “neyi bildiğimizden ziyade neyi bilmediğimize odaklanmak” ve bunu yerel bilgiyle nasıl edinebileceğimizi planlamak bizi doğru bilgiye daha hızlı götürecektir.  

 

Bununla birlikte, bu çerçeveyi çatışmayı sürdüren unsurları anlamak kadar, “yerel barış kapasitesi” olarak adlandırılan yapıcı kaynakları da anlayarak genişletmek önemlidir. 

Lisa Schirch’in “Conflict Analysis: A System’s Approach” adlı makalesinde bunu bir “sistem yaklaşımı” içerisinde ele aldığı üzere; toplumda var olan ama çoğu zaman görünmeyen bu yerel kapasite, örneğin komşuluk ilişkileri, dini liderlerin arabuluculuğu, gençlerin örgütlü biçimde diyalog kurma becerisi çatışmayı dönüştürmek için önemli bir potansiyel sunar. Bu nedenle analiz süreçleri sadece problemleri değil, barışı mümkün kılan unsurları da haritalandırmalıdır.

 

Algı, Çerçeve ve Kör Noktalar


Her çatışma analizi, kaçınılmaz olarak bir bakış açısını yansıtır. İnsanlar genellikle kendi pozisyonlarına göre çatışmayı tanımlar ve çoğu zaman karşı tarafın gerçekliğini görmekte zorlanır ya da görmezden gelir. Bu, analizlerin eksik veya önyargılı olmasına neden olabilir.

 

Schirch’in makalesinde gördüğüm şu benzetme bu durumu çok güzel açıklıyor: Fotoğrafçılar farklı lenslerle dünyayı farklı şekillerde görürler. Dar açılı bir lens yalnızca belirli bir detayı öne çıkarırken, geniş açılı bir lens daha bütünsel bir bakış sunar. Çatışma analiz araçları da benzer şekilde, hangi “lens”i seçtiğimize bağlı olarak çatışmanın bazı yönlerini öne çıkarır, bazılarını ise görünmez kılar. Bu yüzden birden fazla araçla ve farklı bakış açılarıyla çalışmak; çatışmanın daha kapsamlı ve adil bir şekilde anlaşılmasına olanak tanır.




Veri Nereden Geliyor, Soruyu Kim Soruyor?

Çatışma analizinde kullanılan verilerin geçerliliği, yalnızca içerdiği bilgilerle değil, bu bilgilerin nasıl, kim tarafından ve ne amaçla toplandığıyla doğrudan ilişkilidir. Birçok saha araştırması göstermiştir ki; insanlar sorulara yalnızca içeriklerine değil, aynı zamanda soruyu kimin sorduğuna göre yanıt verirler. Soruyu soran kişinin niyeti, kurumu, pozisyonu hatta milliyeti bile yanıtları belirleyici hale getirebilir. Bu nedenle, analiz sürecinde kullanılan yöntemlerin yanı sıra, kimin sesi duyuluyor, kimin sesi dışlanıyor, hangi gerçeklikler ön plana çıkarılıyor gibi sorular da kritik hâle gelir.

 

Bu bağlamda 2011 yılında Afganistan’da yürütülen iki ayrı çatışma analizi çalışması oldukça öğreticidir. Aynı çatışma bağlamı üzerine yapılan bu iki analizden biri USAID tarafından, diğeri ise yerel araştırmacılar tarafından gerçekleştirilmiştir. USAID’in dış uzmanlarla yürüttüğü analiz, çatışmanın temel nedenlerinden birinin işsizlik olduğunu öne sürmüş ve buna karşılık ciddi kaynaklar iş yaratma projelerine yönlendirilmiştir. Oysa yerel araştırmacılar, çatışmanın temel sebepleri olarak hükümet yolsuzluğunu ve özellikle yabancı askerlerin gece baskınlarında sivillere yönelik uyguladığı şiddeti ön plana çıkarmışlardır. Onlara göre sorunun temelinde, yalnızca ekonomik değil, politik güvensizlik ve hak ihlalleri yer almaktaydı.

 

Bu çarpıcı fark bize birkaç şeyi hatırlatıyor: Her çatışma analizinde varsayılan bir bilgi hiyerarşisi vardır ve bu hiyerarşiler, kimi zaman yerel bilgi ve deneyimi arka plana itebilir. Ayrıca araştırma süreci sadece veri toplamakla kalmaz, aynı zamanda çatışmanın nasıl anlaşıldığını ve dolayısıyla nasıl müdahale edileceğini de biçimlendirir. Çatışma analizinde kullanılan araçlar kendi başlarına “doğru” ya da “tarafsız” sonuçlar üretmez; bunların etkisi, verinin çeşitliliği, sahaya olan açıklık ve katılımcı yapıların sürece dahil edilip edilmediğiyle doğrudan bağlantılıdır.

 

Üstelik, yalnızca yanlış analiz yapmakla kalmayız; bu analizlerin sonucunda geliştirilen programlar sahada zarar verici etkiler de yaratabilir. Afganistan örneğinde olduğu gibi, dış aktörler tarafından belirlenen çatışma nedenlerine göre oluşturulan programlar, yerel halkın gerçek şikâyetlerine dokunmadığı sürece, hem etkisiz kalır hem de güven zedelenmesine yol açar. Bu durum yalnızca teknik bir eksiklik değil, aynı zamanda yerel halkın dış müdahaleleri meşru bulmamasına neden olan derin bir etik sorundur. Hatta bazı bağlamlarda, dışarıdan gelen uzmanların bir kriz anında ülkeyi terk edebileceği bilgisi bile yerel halk açısından sürece karşı bir mesafe geliştirmelerine neden olmuştur. Bu da bize çatışma analizinin yalnızca teknik bir süreç değil, aynı zamanda etik bir ilişki alanı olduğunu hatırlatır. Analizi yapan kişiler, yalnızca doğru soruları sormakla değil, aynı zamanda sürecin nasıl bir etki yarattığını fark ederek hareket etmekle de yükümlüdür. Hangi soruları soruyoruz? Kimleri dahil ediyoruz? Bu süreçte kimin sesi duyuluyor, kimin sesi dışarıda kalıyor? Tüm bu sorular, analiz sürecinin kendisinin çatışma dinamiklerine nasıl etki ettiğini anlamamıza yardımcı olur.

 

Çatışma analizinin kendisi de bir müdahaledir. Dolayısıyla çatışma analizi, yalnızca bilgi üretme süreci değildir; aynı zamanda iktidar ilişkilerinin, güven yapılarının ve temsil biçimlerinin yeniden kurulduğu bir alandır.


 Sonuç: Çatışma Analizi Bir Tavırdır!


Bugün çatışma analizini yalnızca bir planlama aracı olarak görmek yeterli değil. O, aynı zamanda bir etik duruş, bir öğrenme süreci ve bir müdahale biçimidir. Analiz, çatışmanın içine “nasıl” bakacağımızı şekillendirir. Bu nedenle asıl mesele, hangi aracı kullandığımızdan çok, o aracı kiminle birlikte, neye bakmak için kullandığımızdır. Bu yüzden çatışma analizi sadece bir “teknik uygulama” değil, aynı zamanda bir öğrenme ve birlikte düşünme sürecidir. Her analiz, hem çatışmanın yapısına dair bir keşif, hem de çözüm için ortak bir zemin yaratma fırsatıdır.

 

Ayrıca ve son olarak, her çatışma yereldir. Ve her çözüm, o yerelliği anlamaktan, o yerelliğin bilgeliğine güvenmekten geçer. Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi’nde savunduğu gibi, çatışmanın dönüşümü, insanların kendi bağlamlarını analiz etmeleriyle başlar. Bu yaklaşım, toplulukların sadece müdahale edilen nesneler değil, aynı zamanda bilgiyi üreten, çözüm geliştiren özne olduklarını hatırlatır. Yerel bilgiyle kurulan analiz süreçleri, dışarıdan dayatılan çözümlerin ötesine geçerek, hak temelli ve dönüştürücü bir çerçeve sunar.


Gönderimizi okuduğunuz için teşekkür ederiz! Conflictus olarak, geri bildirimlerinizi ve görüşlerinizi merakla bekliyoruz.


Dilara Gök

Conflictus Uyuşmazlık Çözümü Eğitim ve Danışmanlık

🔗 Çalışmalarımız hakkında daha fazla bilgi edinin: https://www.conflictus.co

📢 Bizi takip edin: Twitter, LinkedIn, Instagram, Medium

📧 Bize ulaşın: info@conflictus.co

 



Kaynakça:

 

Schirch, L. (2022). Conflict Analysis: A System’s Approach, in Mac Ginty, R. & Wanis-St. John, A. (Eds.), Contemporary Peacemaking (3rd ed.). Palgrave Macmillan.

 

Barakat, S. & Waldman, T. (2013). Conflict analysis frameworks: stocktaking and scrutiny, University of York.

 

OECD-DAC (1996). Shaping the 21st Century: The Contribution of Development Co-operation.

 

UNSSC (2016). Conflict Analysis Handbook.

 

Saferworld (2004). Conflict-sensitive approaches to development, humanitarian assistance and peacebuilding.

 

Freire, P. (1970). Pedagogy of the Oppressed. Herder and Herder


Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
bottom of page