top of page

Sosyal Psikolojinin Merceğinden Çatışma Çözümünün Dinamikleri: İşbirliği ve Rekabet



Bu yazıya başlarken şunu hatırlatmamız gerekir ki çatışma çözümü tabiatı gereği disiplinler arası bir alandır. Çünkü çatışmalar, yalnızca bir disiplinin sınırları içinde açıklanamayacak kadar karmaşık, çok katmanlı ve insana dair olgulardır. Bu nedenle çatışma çözümü, daha başından itibaren siyaset bilimi, psikoloji, sosyoloji ve iletişim gibi farklı alanların bilgi birikiminden beslenmiştir. Her bir disiplin, çatışmanın farklı bir yüzünü görmemizi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda çözüm yollarına dair yeni kapılar aralar.


İşte tam da bu yüzden, çatışma çözümü alanında çalışanlar olarak bizler, bu farklı bakış açılarını bir araya getirmeyi ve disiplinler arası geçişlerden öğrenmeyi çok kıymetli buluyoruz. Eğitimlerimizde ve danışmanlık verdiğimiz süreçlerde bu çeşitliliği yansıtmaya çalışıyor, özellikle sosyal psikolojiden ilham alan örneklere farklı perspektiflerimizi anlamak, gruplar içerisindeki davranışlarımızı kavramak amacıyla sıkça yer veriyoruz. Örneğin, daha önceki yazılarımızda Bobo Doll deneyi, Hırsızlar Mağarası deneyi ya da Kırık Camlar Teorisi gibi klasik sosyal psikoloji çalışmalarını çatışma çözümü ile ilişkilendirerek ele almıştık.


Bu yazımızda ise, çatışma üzerinde rekabet ve işbirliğinin ne denli belirleyici olduğunu daha iyi irdeleyebilmek adına, sosyal psikoloji alanında önemli çalışmalar yapmış ve bu çalışmalarıyla çatışma çözümü alanına değerli katkılar sunmuş sosyal psikologların yaklaşımlarına odaklanıyoruz.


Rekabet ve İşbirliği: Çatışma Çözümünün Vazgeçilmez İki Unsuru

Çatışmaların ortaya çıkmasında ve gelişiminde ve hangi evrede, nasıl bir biçimde seyredeceğini etkileyen pek çok dinamikten söz edebiliriz. Çatışmanın beslendiği kaynaklar, tarafların bireysel özellikleri ve aralarındaki ilişkinin yapısı gibi dinamikler sürecin gidişatını ve doğuracağı sonuçları etkiler. Bunlarla beraber başka dinamiklerden de bahsetmek gerekir: Bu da yaşanan çatışma ortamının özellikleridir. Çatışmanın yaşandığı ortamın özellikleri ve tarafların bu ortama yönelik algı ve yaklaşımları da sürecin önemli belirleyicilerindendir. Daha önceki yazılarımızda da değindiğimiz gibi, 1970’lerde Kenneth W. Thomas ve Ralph Kilmann tarafından geliştirilen çatışma çözüm stilleri modeli, bireylerin çatışmalara yaklaşım biçimlerini anlamada önemli bir çerçeve sunar. Bu modelde yer alan beş stilden ikisi, doğrudan işbirliğine açıklık ve rekabetçilik eksenlerinde tanımlanır. Her ne kadar bu stiller bireysel tercihler gibi görülse de bazı unsurlar çatışmayı yaşayan tarafların bu stilleri ne ölçüde ve nasıl benimsediğini büyük ölçüde etkileyebilir.

Çatışma sürecine şekil veren ve tarafların tercihlerini etkileyen temel unsurlardan ikisi de zaten bu eksenlerde yer alan rekabet ve işbirliğidir. Bu kavramlar, farklı disiplinler tarafından ele alınarak üzerinde derinlemesine düşünülmüştür. Biz de bu yazımızda, sosyal psikoloji perspektifinden çatışma ortamının bu iki temel unsurunu, yani rekabet ve işbirliğini ele almayı amaçlıyoruz.



Sosyal Psikolojiden Gelen Seslenişler

Sosyal psikolojinin öncülerinden sayılan Muzafer Şerif ile başlamak herhalde çok yerinde olacaktır. Daha öncede kaleme aldığımız ve alanında çığır açan “Hırsızlar Mağarası Deneyi ile, gruplar arası çatışmanın kökenine dair önemli bir kavrayış sunan Sherif deneyinde çocuklardan oluşan iki grubu yapay olarak rekabete sokarak, bu rekabetin nasıl kısa sürede düşmanlık ve ayrımcılığa dönüştüğünü gözlemlemiştir. Ancak deneyin en çarpıcı kısmı, bu rekabet ortamının sadece “birlikte başarılması gereken ortak hedefler” ortaya konarak aşılabilmesidir. Sherif’in bu bulgusu, çatışmanın yalnızca rekabetin doğal bir sonucu olmadığını; aynı zamanda ortamın ve hedeflerin yeniden yapılandırılmasıyla işbirliğine dönüşebileceğini gösterir. Bu yaklaşım, çatışmaların çözümünde sadece bireylerin değil, aynı zamanda yapının ve bağlamın da dönüştürülmesi gerektiğine işaret eder.


Muzafer Sherif’in gruplar arası çatışmaya dair sunduğu önemli bulgulardan da yola çıkarak Henri Tajfel ve John Turner sosyal psikolojide bu alana yeni bir boyut getirir. Tajfel ve Turner, çatışmanın yalnızca fiziksel çıkar çatışmalarından değil, aynı zamanda grup aidiyeti, kimlik arayışı ve psikolojik süreçlerden de beslendiğini ortaya koyarlar.. Özellikle Minimum Grup Paradigması ile gerçekleştirdikleri deneylerde, insanları rastgele ve anlamsız kriterlerle ayrılmış gruplara yerleştirdiklerinde bile, bireylerin kendi gruplarına karşı kayırmacı, dış gruba karşı ise mesafeli ve dışlayıcı davrandıkları gözlemlenir. Ortada gerçek bir çıkar çatışması yokken bile, yalnızca “biz” ve “onlar” ayrımı üzerinden gelişen bu tutumlar, çatışmanın sadece kaynak temelli değil, algısal ve kimlik temelli rekabetle de tetiklenebileceğini gösterir.


Bu paradigmanın üzerine inşa edilen Sosyal Kimlik Teorisi, bireylerin benlik saygılarını artırmak ve olumlu bir sosyal kimlik inşa etmek için üyesi oldukları grupları yüceltme eğiliminde olduğunu savunur. Bu da çoğu zaman diğer grupların aşağılanması, dışlanması ve olumsuz niteliklerle etiketlenmesiyle sonuçlanır. İşte tam da bu noktada, algısal düzeyde bile hissedilen rekabetin çatışma üretme gücü belirginleşir. Rekabet, bazen fiziksel kaynaklarla ilgili olmasa da yalnızca kimliklerin karşı karşıya gelmesiyle dahi gruplar arası gerilimi tırmandırabilir. Böylece, iş birliğinin önündeki engeller yalnızca yapısal değil, psikolojik düzeyde de kendini gösterir.


Sosyal psikoloji ile çatışma çözümü disiplinlerini bir araya getiren akademisyenlerden Morton Deutsch ise çatışma ortamındaki etkileşimleri inceleyerek karşımıza yeni kavramsallaştırmalarla çıkar. Deutsch, işbirlikçi ve rekabetçi ortamların nasıl farklı psikolojik iklimler yarattığına dair çalışmalar gerçekleştirir. Deutsch’e göre işbirliği, karşılıklı bağımlılık ve ortak fayda duygusunu teşvik ederken; rekabet, kazan–kaybet çerçevesinde düşünmeyi, güvensizliği ve yanlış anlamaları artırır. Özellikle “yapıcı” ve “yıkıcı” çatışma ayrımı ile tanınan Deutsch, çatışmanın sadece kendisinin değil, çatışma içindeki etkileşim biçimlerinin de belirleyici olduğunu savunur. Böylece, işbirliği ve rekabetin çatışma sürecine nasıl yedirildiği, çatışmanın yapıcı mı yoksa yıkıcı mı olacağını belirleyen en önemli faktörlerden biri haline gelir.


Çözülmesi zor, inatçı çatışmalar üzerinde çalışan ve çatışma çözümüne önemli katkılarda bulunan sosyal psikolog Peter T. Coleman’dan da bahsetmek yerinde olacaktır. Coleman’a göre, uzun süreli çatışmalarda rekabet ve işbirliği yalnızca anlık tutumlar değil, sistemin içine yerleşmiş tekrarlayan döngülerdir. Özellikle rekabet algısı, tarafların birbirine duyduğu güvensizlikle birleşerek çatışmayı sürdüren bir yapı oluşturur. Coleman, bu tür döngüleri kırmanın yolunun, küçük ölçekli ama stratejik işbirliği alanları yaratmaktan geçtiğini savunur. Ona göre işbirliği, yalnızca bir değer ya da hedef değil, karmaşık sistemlerde dönüşüme yardımcı olabilecek bir müdahale stratejisidir.




Bu farklı sosyal psikolojik perspektifler, rekabet ve işbirliğinin çatışma ortamını sadece şekillendirmeyle kalmayıp, aynı zamanda ilişkileri de biçimlendirilen temel dinamikler olduğunu ortaya koyuyor. Peki, bu bilgi ışığında çatışmalara nasıl yaklaşmalıyız?


İlk olarak şunu söylemek gerekir ki çatışmalara yaklaşırken, yalnızca tarafların tutumlarına değil, çatışmanın gerçekleştiği ortam ve bağlama da dikkat kesilmemiz gerekiyor. Çünkü rekabet ve iş birliği, sadece tarafların bilinçli strateji tercihleri değil; aynı zamanda çatışmanın filizlendiği zemini şekillendiren iki temel unsur olarak karşımıza çıkıyor. Bir çatışmayı derinlemesine anlayabilmek ve etkili çözüm yolları geliştirebilmek için bu unsurları görmezden gelmek mümkün değil. Tam tersine, onları dikkate almak, çatışma çözümüne giden yolda önemli adımlar haline geliyor.


Bu noktada en genel haliyle, rekabetin hem somut hem de algısal olarak yaratılmasının çatışmanın şekillenmesinde etkisinin olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan, işbirliğinin çatışmanın azaltılması ya da çözümünde ne kadar önemli bir rol oynadığını belirtmek doğru olacaktır.



Gönderimizi okuduğunuz için teşekkür ederiz! Conflictus olarak, geri bildirimlerinizi ve görüşlerinizi merakla bekliyoruz.


Tunç Karaçay

Conflictus Uyuşmazlık Çözümü Eğitim ve Danışmanlık


🔗 Çalışmalarımız hakkında daha fazla bilgi edinin: https://www.conflictus.co

📢 Bizi takip edin: Twitter, LinkedIn, Instagram, Medium

📧 Bize ulaşın: info@conflictus.co



Kaynakça:


Coleman, P. T. (2014). Intractable conflict. In M. Deutsch, P. T. Coleman, & E. C. Marcus (Eds.), The handbook of conflict resolution: Theory and practice (3rd ed., pp. 697–721).


Deutsch, M. (1973). The Resolution of Conflict: Constructive and Destructive Processes. Yale University Press.sey-Bass.


Sherif, M. (1956). Experiments in group conflict. Scientific American, 195(5), 54–58.

Tajfel, H., & Turner, J. C. (1979). An integrative theory of intergroup conflict. Journal of Conflict Resolution, 33(5), 47–60.


Thomas, K. W., & Kilmann, R. H. (1974). Thomas-Kilmann Conflict Mode Instrument. XICOM.

2 Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
Rated 5 out of 5 stars.

Merhaba Tunç, Havva Sula ben.

Sağlık çalışanlarıyla ilgili yaptığımız bir çalışmada iletişim, şiddetsiz iletişim, çatışmaların/uyuşmazlıkların çözümü en önemli konu başlıklarından.

“birlikte başarılması gereken ortak hedefler” bizim alanımızda hastanın şifa bulması. Hekime yönelik şiddet girişimlerinde bazen ' İkimiz de aynı taraftayız, hastanın iyileşmesi için çabalıyoruz' sözü taraflar arasında işbirliği sağlayabiliyor.

Ama öte yandan bazen de sadece 'ortada gerçek bir çıkar çatışması yokken bile, yalnızca “biz” ve “onlar” ayrımı üzerinden gelişen tutumlar' sağlıkçılar ve hasta/hasta yakınları arasında birbirini dinlememeyi, anlamamayı ve çatışmayı getirebiliyor.

Conflictus ve sizle Sena Tek vasıtasıyla tanışmıştım. Takipteyim. :)

Selamlar

Like
Replying to

Merhabalar Havva,


Öncelikle yorumun için çok teşekkür ederiz. Bahsettiğin olgu gerçekten çok önemli. Özellikle hastane gibi bir ortamda çalışan ve şifa bekleyen insanların arasındaki olası çatışmaların dinamikleri de çok farklı olabiliyor. Yazıdan da alıntıladığın gibi, aslında tarafların birlikte başarmaya çalıştığı bu süreçte ortak amaçlara sahip olmalarının altının çizilmesi gerçekten çok kritik. Ama yine de "biz" ve "onlar" üzerinden yaşanacak çatışmalar maalesef bizi ele geçirebiliyor...

Bu noktada insanların birbirlerini anlayabildikleri, ihtiyaçlarını görebildikleri ortamları yaratmak için çalışmaya devam etmek gerekiyor sanırım. Dolayısıyla yaptıkların çok kıymetli.

Bu arada takipte olmandan dolayı da mutlu olduğumuzu söylemek isterim. Sena Tek'e de çok selamlar.


Haberleşmek dileğiyle,


Sevgiler, selamlar

Tunç Karaçay

Like
bottom of page